ÖRFİ İDAREDEN KEYFİ İDAREYE
Dünkü yazımı okuyanlar Sayın Başbakana, “Ey Erdoğan, Men Dakka Dukka” (eden bulur) diyerek, Sayın Başbakanın birilerine bu şekilde seslenirken bir gün kendisi de ettiklerinin hesabını vereceğini hatırlatmıştık.
Türkiye çok zor dönemlerden geçti.
Cumhuriyet kuruldu; cumhuriyete karşı olanlar cumhuriyetin normal bir seyirle rayına oturmasına engel olacak çabalar içine girdiler. Bu karşı oluş olağanüstü yargılamaları (istiklal Mahkemelerini) getirdi.
Çok partili döneme geçildi; bu dönemde iktidar olan yeni parti (Demokrat Parti) cumhuriyeti kuran kadrolarla hesaplaşma, ülkeyi yeniden cumhuriyet öncesine götürme gayreti içerisine girdi.
Bu durum 27 Mayıs İhtilalini getirdi.
27 Mayıs sonrası yapılan yeni anayasa belki de özgürlükler ve bu özgürlüklerin kullanılması açısından ülkemiz için bir şans olmuştu.
Ne var ki, aradan on yıl geçmeden yeni bir darbe, bir muhtıra (12 Mart faşizmi) özgürlükleri yeniden aldı götürdü.
Özgürlüklerin kısıtlanmasına karşın on yıl içerisinde halk muhalefeti müthiş bir ivme kazanınca yeniden bir darbe (12 Eylül açık faşist dönemi).
Bu darbe dönemleri dışında da birçok ilde yerelde gelişen olayları bahane ederek, halkı sindirme, susturma, kontrol altında tutmak amacıyla eskilerin “Örfi İdare) dedikleri “sıkıyönetim” uygulamalarına yer verildi. Sıkıyönetimin uygulandığı yerlerde kolluk kuvvetlerine (polis ve jandarmaya) daha fazla, hatta sınırsız yetkiler verildi. Bu illerde olağanüstü yetkilerle donatılmış bir de mahkemeler kuruldu: Sıkıyönetim ve DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİ.
Türkiye tam da bu Örfi İdare anlayışından, Devlet Güvenlik Mahkemeleri anlayışından kurtulacak derken yerine “KEYFİ İADERE” geldi.
Keyfi İdare döneminde hukuk tamamen belirsizleşti. Örfi İdare dönemlerinin, sıkıyönetim dönemlerinin baskıcı da olsa belirgin bir hukuku vardı. Neyin suç olduğu hangi suçun ne kadar cezasının olduğu belliydi.
Ne var ki, şimdi içinde bulunduğumuz “Keyfi İdare” döneminde polis sizi bir sabah gelip evinizden alıyor. Niçin alındığınızı bilmiyorsunuz. Siz içeride iken size hikaye oluşturuluyor. Cep telefonunuzun sim kartına bazı insanların telefonları ve isimleri yükleniyor. Ve bir bakıyorsunuz ki bir örgütün üyesi olmuşsunuz. İddianame yok. İfade yok. Yat babam yat.
Bu durum sadece sıradan insanlar için de değil; genel Kurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlığı yapmış kişiler de bu keyfi mahkemelerin kurbanı.
Bunlara şimdi yenileri de eklendi: MİT müdürleri de suçlanmaya başlandı.
MİT mensuplarının PKK’lilerle beraber Molotof attıklarını, araçları kundakladıklarını duyuyoruz.
Bu nasıl bir yönetim. Bu nasıl bir idare?
Bu ülkede Milli Eğitim Bakanlığı yapmış bir insan çıkıyor okullarda ANT okutulması kaldırılmalı diyor. Bu bakan bey “Gençliğe Hitabe” kaldırılmalı diyecek kadar ileri gidiyor.
Başbakan çıkıyor dindar gençlik yetiştireceğiz diyor. Müslüm Gündüz dinine göre mi? Fadime Şahin’e göre mi? Ali Kalkancı’ya göre mi? İsmail Nacar’a göre mi? Hüseyin Üzmez’e göre mi? Fethullah’a göre mi?
Alevilik üzerine mi?
Şafilik üzerine mi?
Caferilik üzerine mi?
Bütün bunlar toplumun nabzını ölçmek için atılan zarftır. Toplumun tepkisi ölçülmektedir. Toplum eğer sert bir tepki verirse bir adım geriye çekilip üstü örtülüyor. Toplum tepkisizse, ya da tepkiler cılızsa o mevzi sağlamlaştırılıyor.
İşte bu mevziler sonucu ülke her geçen gün biraz daha İranlaştırılıyor.
Esen kalın.
08.02.2012
Mümtaz TEMİZ
